9 Haziran 2009 Salı

Takintilar ve çoğu zaman takintilara takmalar. Ve ev hanımlığı hiç bana göre değiiiiiiiiilllllllll...


Acayip takıntılarım vardır benim. Ya da belki çoğu insanda bulunanlardan... Örneğin: Yastığım benim ayrılmaz parçamdır ne o benden ne de ben ondan ayrılabilirim. Sabah aldığım gazeteyi kimse benden önce okuyamaz, gıcık olurum gıcık! Şu okuma olayına fazla takıntılıyım galiba. Aldığım romanları ve kitapları (ki bi sürü var şu anda okunmamış) kesinlikle kimse benden önce okuyamaz, nefret ederrim. O kitabın bi köşesinin yıpranması daha doğrusu benim ona onca parayı vermem ve birisinin onu benden önce okumuş olması düşüncesi. :) Diyelim ki uykum geldi yatıcam ve ışık açık eğer o ışığın kapanması istiyorsam kapanacak, eğer kapanmazsa elimden her türlü şirretlik gelir. Çünkü takmışımdır o ışığa. Çünkü ben uyuyacağım ve o ışık beni fazlasıyla rahatsız ediyordur çoğu zaman etmemiş olsa bile. Ne yapar yapar kapattırırım ucunda sinir kırıizleri geçiriyo veya tam dayaklık pozisyona düşsem bile:) Düşün şimdi, bir şarkı duydum ve çok hoşuma gitti, sen de 1 hafta ben diyim 1 hafta çok az 2 ay, o şarkı dilimden düşmez ve iki aydan sonra da ara ara mutlaka söylerim. Örnek şarkılar: Fayray; Tears, baby if, Cem adrian; bana özel, X Japan; crucify my love, Yann Tiersen; Monochrome, Rue Des Cascades... vs. vs. Gördüğünüz gibi hepsi slow parçalar, dilime dolanan canlı parça çok azdır. Ajda pekkan; Sana Ne Kime Ne. gibi gibi... Klasikleri seviyorum.. Kalk leyla kalk daha yemek yapacaksın.. Anne nerdesiiin. Takıntıdan çıkıp anneye geldik. Ama valla billa seni şimdiden çok özledim annemmmmmmmmm:( Kesinlikle evin sorumlulukları yüzündne değil seni özlemem:) dersem yalan olur. Ama iyi ya bu benim için iyi hayat tecrübesi, iyidir. Karnım acıktı:(

5 Haziran 2009 Cuma

Öyle işte

Şu sıralar çok yoğunum. Fazla yazamıyorum. Ancak canım çok sıkkın olduğunda yazıyorum. Zaten yazılarımdan da belli oluyor bu.:) Annem memlekete gittiği için evde bütün sorumluluklar benim üzerime kaldı. Ama artık ev çok sessiz ve işte buna ihtiyacım vardı! Günlerim oldukça stresli geçiyor. İnsanlarla uğraşmak gerçekten de çok güç. Sinirlisi, alınganı, hassası, binbir çeşitlisi... Geçen günlerde "Twillight"ı izledim. ÇOk beğendim filmi. Beni o kadar etkiledi ki anlatamam. Stephenie meyer'in 2. kitabını "new moon" siparış verdim. D&R ve diğer kitapçılarda kitabın raf fiyatı çok pahalı. 25 tl! İnternetten 14 küsüre aldım ve yanında "Amelie Nothomb"un şahane kitaplarından biriyle çok çok daha ucuza geldi. Yaşasın internet!

2 Haziran 2009 Salı

Başlıksız


Söylenecek sözler, söylenmeyecek sözler hapishanesinde kilitli, anahtarı ise o derin gölün dibinde. Anlatmak istediklerin çoğaldıkça, anlatamadıkları da çoğalıyor. Ve kimse yok... Kimse yok... Sessizliğin o derin çığlığında, uğultularla başına ağrıtıyor yalnızlık. Kapısı açık dört duvar, hapishane zannettiğin saray, saray zannettiğin harabe ve sadece sessizlik. Bitmişliğn anatomisi. Zaresizliğin fizyolojisi ve insanların psikolojisi.. Sadece kısa cümleler bunlar söyleyemediğim yazıya döktüğüm.

"Yapıştım yakana hayat. Sonunda zayıf noktanı yakaladım. Ne istersem vereceksin bana, sadece insan olduğum için. Fani kurallarınla, küçük hokkabazlıklarınla beni engelleyemezsin. Çünkü sen fanisin, benim içimde ise sonsuzluk var..."

neva Ilgın Olut s 168

24 Mayıs 2009 Pazar

melankoliler.............

Hiç espiritüel değilimdir, espiri yapamam. Hazır cevap değilimdir, bana lap konduğunda lafı şap diye yapıştıramam. Acı çekmeye bayılırım. Başım ağrıdan çatlasa da ayağa kalkıp ağrı kesici bulmanın derdinden, çekirim paşa paşa ağrımı geberene kadar. Sosyal değilimdir, a.sosyallerdenim. Sosyal olma isteği içerisinde fakat zaman bulamama derdinde. Bazen a.normal, bazen a.bsürd... Gülünce 30 + 2 vampir dişimi görebilirsiniz, buna çürüklerde dahil. Ruh bunalımları, melankoliler, isyan, tembellik, çok zor beğenme, farklı olma isteği, aşık olma isteği, ama erkekleri iğrenç, korkunç, vefasız, duygusuz ya da o kelimeyi bulamama.. Sevse de karşısındakine hiç belli edememe, o kişide bi kıvılcım olsa bile hareketleriyle bunu söndürme...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

==Kısa Bir Hikaye==

Image and video hosting by TinyPic

Sonbaharın derin yalnızlığında derin bir ormanda başlıyor hikayemiz. Kahramanımız sonbahar yaprakları gibi, oradan oraya savrulan genç bir kız. Kimileri sonbaharın hüzün ayı olduğuna inanır, kimileri huzur, kimleri ise sonbahar yapraklarını çiğneyerek yoluna devam eder o'nu umursamadan, bizim kahramanımız gibi. Aslında yazarınız bunu neşeli bir hikaye yapmak niyetinde. Ama sanırım kalem onunla aynı fikirde değil. Fikir çatışmalarına tanık olabilirsiniz aldırmayın. :) Gelelim sonbaharın yapraklarını çiğneyen genç kızımıza. Hikaye başlıyor. Sıkı durun! O, o sadece bir varlıktı kimilerine göre. Yer , içer ve yaşardı bir amacı olmadan. Ama, birileri o "kimileri" gibi düşünmüyordu. Her varlığın bir amacı vardı. Farkında olmasa da o amaca hizmet ediyordu... diye süre gelen kitabın sayfasını kapadı lale ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle trendeki insanları incelemeye başladı. Gülmek o'na yakışıyordu. Hemde çook. Trende herkes ayrı bir dünyada diyebilmek isterdi, ama öyle değildi. Herkes birbirini inceliyordu.:) Karşısında onu inceleyen yaşlı teyzeyi o zaman farketti. Kimbilir o'nun hakkında ne düşünüyordu. Merak etti. Tabii o'na baktığını görünce gözlerini kaçırdı, saçlarına aklar düşmüş teyze. İnsanların ne düşündükleri bu kadar önemli mi ki? diye düşündü lale."Teyze benim hakkımda ne düşünüyorsun?" diye sorsam, "ayol ne diyorsunn ne bileyim ben" ile cahilce bir cevap mı verecek?... yoksa, hadi bi kıyak geçeyim garip saçlı, toplum kurallarına uyumsuz giyen şu kıza da gerçekleri söyleyeyim. "Ayol bu ne hal kızım darılma ama olmamış, senin gibiler yüzünden diğer gençlerimizin ahlağı bozuluyor... Bla bla bla... Türkçesi dır dır dır dır... Yok vaz geçti lale sormaktan, alabileceği cevap seçeneklerinin en kötülerini tercih ettiği için.:)
Trenden indi ve hikayemizin başladığı yere, ormana doğru yürümeye başladı. Düşüne düşüne, şarkı söyleyerek. Kırmızı başlıklı kızın hikayesini anımsayarak, bayağı derinlere gitti ormanın hiç farketmeden. Ama oda ne? Karşısına kurt çıktı. Yok yok o bildiğiniz kurtlardan değil! Hani şu kırmızı başlıklı kızdaki kötü kalplı kurt! Hayhayyyyy diye kendi kendine gülerek ormanda bir kütüğün üstüne oturdu kırmızı başlıklı kız ayy pardon lale. Nokta. Yazarınız bu berbat içerik yoksunu hikayeye devam etmeyi reddediyor. Başka bir hikayede buluşmak dileğiyle...

sevgilerle leyla

15 Mayıs 2009 Cuma

Image and video hosting by TinyPic

Suskun kalmak bazen daha iyidir konuşmaktan, anlatmak istediklerini anlatamıyorsan. İçinde barındırdığın sevgileri dışa vuramıyorsan. Anlatmak istediklerini biriktiriyorsan kendinin bir köşesinde ve o zamanı bekliyorsan. Koca bir ağrı dağı yaratmışsın da haberin yoksa. Hep erteliyorsan senden bir şeyleri, yılları suçlayarak. Zaman avuçlarının arasında narin bir tüy tanesi küçük bir rüzgarla ellerinden giden. Gerek yok üşümek için kışın gelmesi...
Senin gitmen yeter...

25 Nisan 2009 Cumartesi

İLKBAHAR


İlkbahar geldi. Ağaçlar çiçek açtı. İşyerimin penceresinden seyrettiğim o güzel ağaçta yemyeşil oldu, daha bir ay öncesine kadar kupkuruyken. Arada bir gözüme takılıp umudumu tazeliyor, hala birşeyler için geç olmadığının. Her sonbaharda kaybettiği yapraklarını ilkbaharda yeniden bürüneceğini bilmenin huzuru var onda. Bilmenin huzuru, emin olmanın huzuru. Budansa dahi dalları budakları, yeniden bir yerden şiv vereceğinin umudu. O kadar güzel ki... Bakmasını bilene...